Günümüzde dünyada iklim şartları nedeniyle asma bitkisi kuzey yarım kürede 20 ila 52 derece kuzey paralel ile güney yarımkürede 20 ila 40 derece güney paralelleri arasında yaşayabilir. Bu coğrafyada yaşayan 3000 kadar üzüm türü mevcuttur. Alttaki haritada Anadolu’nun asma bitkisi için uygun olan coğrafyanın tam ortasında yer aldığını görebiliriz. Ama buna rağmen Türkiye herkesin bildiği sebeplerden dolayı dünyada şarap üretiminden para kazanan ülkeler arasında yer alamıyor.
Yabani asma bitkisi “vitis vinifera” ilk olarak güney Kafkasya’da MÖ 8000-6000 arasında ortaya çıkmış. Bu yabani bitki MÖ 6000 civarında geliştirilmiş ve bağ bitkisi olarak yetiştirilmeye başlanmış. MÖ 5000’li yıllardan itibaren, yani toprak kapların kullanılmaya başlamasıyla, üzüm ve diğer meyve sularını saklamak amacıyla bu kaplara koyup bir kenara kaldırmışlar.
Sonra bakmışlar ki, meyve suyunun tadı bekleyince biraz değişiyor. Tatlılığı biraz azalıyor ama başka bir tat ortaya çıkıyor. Acaba bozuldu mu? Şimdi atsak da olmaz, azar azar içelim bari filan derken bir de bakmışlar ki, beklemiş üzüm suyundan içen daha bir mutlu oluyor, daha da güzelleşiyor. Kendi güzelleştiği gibi, etrafı da daha güzel görüyor. Böylece toprak saklama kaplarının keşfiyle şarap da keşfedilmiş olmuş.
İran – Irak sınırında yer alan Zagros dağlarında bulunan bir testideki şarap tortusunun 7000 yıllık olduğu anlaşıldı. Bu şarap testisi şu anda Pennsilvanya’daki arkeoloji ve antropoloji müzesinde sergilenmektedir.
Bilinen en eski şarap testisi ünvanını ise yakın zamanda Gürcistan’da bulunan ve üzerinde üzüm salkımı kabartması olan amfora almıştır. Fotoğrafını gördüğünüz 8000 yıllık bu testi Gürcistan’ın Tiflis şehrindeki müzede sergilenmektedir.
Tarihçilere göre gerçek anlamda şarap ilk olarak Orta Anadolu’da üretilmeye başlamıştır. Evet bizim Orta Anadolu. Yozgat, Çankırı, Çorum civarı. Ne kadar da ironik.
Şarap kültürünün Hititler ile başladığı kabul edilir. Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ndeki MÖ 3000’in son çeyreğine ait olduğu sanılan som altından şarap sürahisi ve ayaklı şarap kadehi, bulunmuş en eski şarap kaplarıdır. Konya’nın Ereğli ilçesinde İvriz’de bulunmuş bir taş kabartmada da Hitit Kralı Varpalavas iki elini bereket tanrısı Tarhu’nun karşısında kavuşturmuş bereket dilerken, tanrının elinde o zamanın iki en değerli gıda maddesi görülmektedir: Üzüm ve buğday. Tarhu’nun sağ elinde, yani daha ön planda üzüm bulunmaktadır.
Demek ki ya kabartmayı yapan arkadaş sağlam şarapçıydı ve üzüme torpil geçti, ya da o dönemde üzüm buğdaydan daha değerli bir üründü. Arkeolog Ord. Prof. Dr. Sedat Alp’in araştırmalarına göre Hitit’lerde “Wiyanawanda” adında bir şarap kenti vardı. Hititçede “wiyana” sözcüğü “şarap” anlamını taşımaktadır. Etimolojik açıdan Hint-Avrupa dillerindeki wine, wein, vin, vinum gibi kelimelerin de bu kökten geldiği kabul edilir. Hitit alfabesi ile şu şekilde yazılıyormuş: 𒃾𒅀𒉌𒌓𒉿𒀭𒁕
Şarap, Hititlerin önemli bir ihraç maddesi idi. Bugünkü Suriye ve İsrail kıyılarında yaşayan Kenanlılar ve sonra aynı coğrafyada Fenikeliler şarabı geminin altına serilmiş kumlara saplanması için dibi sivri yapılmış amforaların içinde Mısır’a, Girit’e ve Yunanistan’a taşıyorlardı. Suriye ve Irak’ta bulunmuş olan bazı tabletlerde şarapların ova veya dağlık arazideki üzümlerden yapılmış olmasına göre iki kaliteye ayrıldığı, dağlık bölge şaraplarının diğerlerine nazaran daha pahalı olduğu kayıt altına alınmış.
Böylece Hititlerden başlayan şarap kültürü, Mısır, antik Yunan ve Roma gibi önemli uygarlıkların vazgeçilmez ögelerinden olmuş. Yunanlılarda “Dionisos”, Romalılarda “Baküs”, Mısırlılarda “Osiris” şarap tanrılarıdır ve adlarına mabetler yapılmıştır. Yunan şair ve düşünürü Homeros (M.Ö. 800), eserlerinde özellikle Trakya’da bağcılığının ve şarap kültürünün çok gelişmiş olduğundan ve üzümden yapılan şarabın baldan yapılan şaraba tercih edildiğinden bahsetmiştir.
Sokrates (M.Ö. 430–399) şarabın özel bir içki olduğunu ancak dozunda içilmesi gerektiğini söylemiş. Tıbbın babası Hipokrat (M.Ö. 460–377) ise, su ile karıştırılmış şarabı baş ağrısı, sindirim bozuklukları, siyatik ve ödeme karşı tedavi edici olarak kullanmış. Şaraba kutsal kitaplarda da yer verilmiştir. Tevrat’ta şarap, kullanılan en eski ilaç olarak tanımlanır. İncil’de ise “şarap için, ancak dozunda olsun” denilmektedir.
Dr. Altay Yavuzeser’e göre Türkler Anadolu’ya gelmeden önce şarabı biliyorlardı. Eski Türklerde Göktanrı şarabı takdis ettiğinden, bağın ve şarabın bulunduğu yere kötü ruhların girmediği kabul olunurdu. Yeni doğan çocuklar için, düğününde açılmak üzere bir küp şarap gömülürdü. Kaşgarlı Mahmud, 11. Yüzyılda Divânu Lügati’t-Türk adlı eserinde Türk boylarının çocuklarının dahi şarap içtiğini söyler. İslamiyet’in kabulü ile şarap yasaklandıysa da Hayyam’dan Mevlana’ya dek tasavvufçular şaraba methiyeler düzmüşlerdir.
Şarapla ilgili güzel mitolojik öyküler de var:
İran’da şarabın ilk defa ünlü hükümdar Cemşit zamanında üretildiği söylenir. Cemşit, bol bol asma diktirerek, meyvelerin halka dağıtılmasını emreder. Mahsul çok bol olunca, kaplarda muhafaza edilen üzümler uzun süre bekleyip değişik bir lezzet alır, üstelik suyu da acımtıraktır. Bu suyu zehirli sanıp içmezler. Rivayete göre Cemşit’in en gözde cariyesi şiddetli baş ağrısından dolayı canından bezmiştir. Ölüp kurtulmak için bu kaplardaki zehirli sudan içip hayatına son vermek ister. Fakat içtiği zehir, onu öldüreceğine diriltir, canlandırır. Cariye neşe içinde derin bir uykuya dalar. Uyandığında ise baş ağrısı kalmamış, vücudu ve ruhu dinlenmiştir. Durumu Cemşit’e anlatır ve hükümdar ile cariyesi ömür boyu bu “Ab-ı hayat” tan içip, neşeli ve mutlu yaşar.
Bir diğer öykü de Nuh peygamber ile ilgilidir. Nuh Peygamber, tufandan sonra hayvanları ile Ağrı Dağı eteklerinde yaşamaya başlar. Karınlarını doyurmak üzere civarda dolaşan hayvanlardan keçinin bir gün olağanüstü neşeli döndüğünü görür. Bu hal günlerce devam edince Nuh Peygamber keçisinin peşinden giderek, bu durumun yediği bir meyveden kaynaklandığını keşfeder. Kendisi de bu meyveyi çok beğenir ve hayatı pespembe gösteren üzüm suyunun müptelası olur. Ancak Nuh Peygamber’i mutlu gören şeytan, onun neşesini kıskanarak, alevli nefesi ile asmaları kurutur.
Nuh Peygamber üzüntüsünden yataklara düşer ve asmayı diriltmek için şeytanla pazarlığa oturur. Eğer asmanın kökü hayvanlardan yedi tanesinin kanı ile sulanırsa, asma canlanacaktır. Asma, aslan, kaplan, köpek, ayı, horoz, saksağan ve tilkiden oluşan kurbanların kanları ile sulanır ve tekrar canlanır, Bu nedenle derler ki, şarapla sarhoş olan kimselerin davranışları incelendiğinde, bu yedi hayvanın karakterini taşıyan haller görülür. Bazen aslan gibi cesur, bazen kaplan gibi yırtıcı, ayı gibi kuvvetli, köpek kadar kavgacı, horoz gibi gürültücü, tilki gibi kurnaz veya saksağan gibi geveze olurlar. Aman dikkat.
Şarapla ilgili son sözü büyük filozof, yazar, tıp ve bilim adamı İbn-i Sina söylesin:
Bilgenin dostu, cahilin düşmanıdır
Felsefecinin tavsiyesi gibi acı ve yararlıdır
Düşünce adamlarına serbest, aptallara yasaktır
Cahili şeytana, bilgeyi tanrıya yöneltir.
İbn-i Sina